Babamı Kim Öldürdü?
Babamı Kim Öldürdü?
Bir süre sonra artık evlerimizden çıkamaz hale gelmiştik. Çevrimiçi oyunlara geçtik biz de.
Künye:
Babamı Kim Öldürdü oyunu, Fransa’nın genç yazarlarından olan Edouard Louis’in roman üçlemesinin son romanından oyunlaştırıldı. İşçi sınıfı ailesinde yaşadıklarından yola çıkarak romanlarında ırkçılık, sömürü, cinsiyetçilik, ekonomik bunalım, nefret suçu, ayrımcılık temalarını işleyen yazar bu son romanında da benzer temalar üzerinden babasıyla ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor. Bir işçi olan babasının erkeklik, işçilik, aile gibi olgulara yaklaşımını ve bu yaklaşımındaki açmazların fark edilmesini sağlıyor. İşçiliği değişmez bir kader gibi giyinen babası, geçirdiği iş kazası sonucunda yatalak kalır. Edouard bunun sorumlusu olarak devleti görür ve babasının başına gelen felaketten devleti sorumlu tutar. Edouard Louis’in yazdığı oyunu Ayberk Erkay Türkçe’ye çevirdi, Kemal Aydoğan yönetti. Onur Ünsal’ın oynayacağı tek kişilik oyunun müziklerini Dengin Ceyhan, Sahne Tasarımını Cansu Aslan, Görsel Tasarımını Fidel Kılıç, Işık Tasarımını İrfan Varlı yaptı. Oyun fotoğrafları Orçun Kaya tarafından çekildi.
Babamı Kim Öldürdü üzerine bir şiir geldi pırıl pırıl
Babamı Kim Öldürdü?
Bir mezarlık yapmalı,
Atanmış bir mezarlık memuruna.
Ki en büyük hayalidir, deniz gören bir mezarlığa baş olmak.
Önce taş binalara tüller asmalı,
Yağmur sonrası güneşini
Kan lekeleriyle örten.
Sonra ona bir kulübe vermeli
Çürümüş erguvanların altına sinen.
Taze ruhlardan gizlemeli gelip gittiğini
Çünkü gündüzleri okur, geceleri soru sorar bu yeni mezarlıkta ruhlar.
Heyecanla koşar dersinden, atanmış bir memurun kâbusuna:
“Bir duvar varmış iki şehir arasında!”
“Anlatsana hadi! Bir duvar!”
Sayıklar atanmış memur, dönmez ruhtan yana.
Kırmızı ayakkabılarına bakmaz,
Ama duyar renklerin sesini.
Sayamaz, 20 der, hep 20.
“Çelikten bir bakış varmış iki kapı arasında!”
“Anlatsana hadi! Bir bakış!”
Uyanır uykusundan atanmış memur,
Ağzında her sabahki kül tadı.
Elinde bir sandık kurşun asker,
Tahtadan bir roket, bir gemi
Ve unutkanlıkla çaldığı bir kalemle
Usulca iner ortancaları kurumuş yokuştan.
Kapıyı tutan bakışa haber salar,
Kaç ruh gömüldü bugün, daha kaç tanesi gömülecek.
Mesela biri var ki hep şarkı söyler,
Eskiden hep şarkı söylenen bir meydanda.
Biri peteklerde şiir okur bıkmadan, hep o son anı hatırlatır:
“Ya unutacaktık ya ölecektik”
“Üçüncü bir renk için boğduk sessizliği.”
Gece bastırır, tersine dönen bir saat vurur,
“İsterük!” diyenler kürek kuşanır.
Bu sese aşina bir müze uğuldar,
Kuş yuvası kucak açar boyalı ruhlarına.
Ve atanmış memur tırnaklarını yiyerek oyun oynar,
Çoktandır sallanan bir gölgenin altında.
Hiç düşünmez;
Bir gün taş duvarda tüllere sinecek hiç utanmamanın kokusu,
Bir gün gömülenlerin değil, gömenlerin adı yazılacak mezar taşlarına.
Beyza Doğan