Sevgili Kritik Kolektif, Zeynep Erdoğan
Sevgili Kritik Kolektif,
Şiirlerini okurken gözlerimin dolduğu, hikayelerini dinlerken kalbimin çarptığı, yazılarında kaybolurken kendimi bulduğum, canım dostlarım, Heveskârlar. Aslı’nın da mektubunda söylediği gibi gökkuşağı olduk beraber. Renklerden korkulup yasaklandığı bu günlerde, varlığımızla, var ettiklerimizle meydan okuyoruz bütün engellere.
Mimesis üzerinden açık çağrınızı gördüğümde son başvuru gününden bir önceki gündü. Gereksiz bir biçimde, son günde ödevini yapan çocuklar misali, başvuruyu da son ana bırakmışım gibi duracağını düşünüp üzülmüştüm. Ama sizler her şeyden önce çağrıda “Heveskar” kelimesinin üstüne basmıştınız (ki beni buraya adeta çeken kelime de buydu), her disiplinden, her düşünceden insana kapılarınızı açtığınızı belirtmiştiniz bile. Özgeçmiş istemelerle işiniz yoktu, bizden sadece kendimizi ve hevesimizi yazdığımız bir niyet mektubu bekliyordunuz. O an anladım gerçekten kucaklanacağımı ve kelimelerimin değer görüp tepeden yuvarlanan kartopu misali sizlerle büyüyeceğini. Zaten sadece kelimelerimiz de büyümedi sonrasında, 1 ay dediğimiz projemiz sürelerinden ve sınırlarından taştı, daha büyük, daha derin, daha da güzel bir şeye dönüştü. Niyet mektubumda da dediğim gibi, iyi bir şeylerin artık olmasına çok ihtiyaç duyduğum bir dönemdeydim. Çok ama çok iyi şeyler oldu, hala da oluyor sayenizde.
Pandemiye rağmen ilk birkaç oyunumuzu yüzyüze izleme ve birbirimizle kanlı canlı sohbet edebilme şansı bulduğumuz için çok mutluyum. Birbirinden bu kadar farklı noktaları yakalayabilen, bu kadar zeki ve kanlı canlı kadınlarla bir arada olmak bana yaşadığımı hissettirdi. Uzun süredir varlığından mahrum kaldığım bu eleştirel sohbet ortamı, karşılıklı fikir alışverişi ve bundan doğan yepyeni yolculukları sizlerle tekrar kucakladım.
Nihayet Makamı oyunu ilk izlediğimiz oyundu. Sanırım İmge ile yanyana oturmuştuk ve tüm ışıklar sönmüş sessizlik içinde dururken Handan’ın haftalarca en durgun anlarda bile içimizi açan kahkahalarını ilk o salonda yankılanırken duymuştum. Aslı ilk kez o salonun bilet holünde adımı sordu, ilk kez orada Maral’a selam verdim… Oyun öylesine içimde bir yere dokunmuştu ki gözyaşlarımı tutamadığımı hatırlıyorum. İmge acaba ağlamamdan rahatsız olur mu, peki o ne hissediyor, Eylem ne düşünüyor, Nilüfer oyun hakkında ne yazacak diye ufak ufak düşünerek bitirmiştim oyunu.
Şatonun Altında oyununu izledikten sonraki günlerde ise üzerine konuşmak için Moda Çay Bahçesinde buluşmuştuk. Sohbette ortaya çıkan imgelerle oynarken öyle eğlenmiştim ki. İmge çalışmalarımızdan doğan iki farklı yazıyı yazarken sanki içimde her bir Heveskardan bir parça, bir emanet taşıyor gibiydim. Hepimiz ayrı ayrı yazılar yazmıştık ama sanki hepsi birbirine tam oturan yapboz parçalarıydı.
Hayata farklı noktalardan bakıyor, ortak hislerde birleşiyorduk. Yüz yüze ve online toplantılarımızda hissettiğim heyecan ve boğaz kuruluğu hala aklımda. Her seferinde acaba konuşacaklarımı önden toparlasam mı, belki birkaç not alsam mı, diye düşünüyordum fakat her toplantıda doğaçlama keşifler yapıyorduk sanki. Kendimi hiç ummadığım kıyılara vurup hiç ummadığım anlamları yakalarken buluveriyordum.
Zaman geçtikçe herkesi biraz daha tanıma şansı yakaladım. Nilüfer’in gündelik yaşantısı ile deneyimlediği oyunlar arasında kurabildiği mimari deha sayılabilecek köprülerinden geçtim. Ebru’nun en çıkmaza girilen anlarda bir öğretmen edasındaki yol gösterici fikirleriyle aydınlandım. Pelinin ne zoom toplantılarındaki küçücük ekrana ne de gerçek hayatta içi içine sığamayan kocaman hevesiyle sıcacık umut doldum. Maral’ın bana kendi yolumda da ilham veren oyuncu ve eğitmen yönüyle tanıştım. Beyza Nur (İyitütüncü)’un bir oyuna veya konuya feminist eleştiri getirirken nasıl da kutuplaştırıcı, ötekileştirici olmadan bakılacağını gösterişine hayran kaldım. Sevgili adaşım Zeynep’in naif ve huzur dolu dünyasına adım atabilmeyi ve onun penceresinden daha güzel bir manzaraya bakabilmeyi tattım. İmge’nin usta kaleminde ve her şeye yetebilmek için verdiği mücadelede öğrendiğim çok şey oldu. Beyza Nur (Doğan)’ın bir bakışta hepimizin en derinlerine kadar görebilmeyi ve bizleri böyle güzel kelimelere dönüştürmeyi nasıl başardığına hayret ettim.(Mektubunda yazdıklarını okuduktan sonra çok duygusal anlar yaşadım Beyza… Sen çok büyülü bir yeteneğe sahipsin. Kaleminin, güzel kalbinin büyümesi hiç durmasın.)
Handan, sen birlikte bir ömür geçirilebilecek ve insanı asla yaşlandırmayacak bir kadınsın. Seninle kasılmadan, dürüstçe, neşeyle ve net bir gerçeklikle eleştirmenin mümkün olabildiğini gördüm. Zaman zaman acaba böyle düşünen tek ben miyim, söylesem ne kadar doğru olur diye çıkmaza girdiğim konularda, o kıvrak zekan ve başarılı sosyal becerilerinle konuları tam da aklımdaki noktalardan tutarak ortaya serdin. Sende olan ve bende de olmasını isteyebileceğim çok şey var. Eylem’in senden bahsederken gözlerinin neden bu denli parladığını ve istemsizce gülümsediğini çok net anlayabiliyorum.
Ve Eylem. Sende bir şey var. Şatonun Altında hakkındaki imge çalışmamızda “karın” kelimesini söylemiştin. Sebebi sorulduğunda ise “Bilmem,” dedin “oyun esnasında karnımı düşündüm, hissettim.” O an, biliyorum çok küçük bir an ama senin sandalyende oturup senin gözlerinden çevreye, hayata bakabildiğimi hissettim. Acılarımı da, mutluluklarımı da, arzularımı da hep ilk olarak karnında hisseden biri olarak seni öyle iyi anladım ki. Yalnızlığım kısa süreliğine de olsa son buldu. Pandemiye öyle öfkeliyim ki. Çünkü ağzını her açtığında bambaşka bir fikre uyandığım bu kadar güzel bir insana sımsıkı sarılmak isterdim. Bunu hepimiz isterdik biliyorum.
Aklımda hepiniz hakkında sayfalarca şey yazmak vardı ama kendimi frenledim. Bunun bir veda mektubu olmasını istemiyorum çünkü. Eğer içinizden kabul edenler olursa sizlerle mektup arkadaşı olmayı ne çok isterim! Sizler gibi hayatı, insanları ve kendini anlama/anlamlandırma hevesindeki değerli insanları kaybetmek, eski bir anı olarak defterimdeki birkaç satırda bırakmak istemiyorum.
Geçtiğimiz gün erkek arkadaşıma onun kokusunun zihnimde bir renge tekabül ettiğini söylemiştim. O krem rengiydi. Neden bilmiyorum ama onun kokusunu ne zaman alsam zihnimde bu renk beliriyordu. Sonrasında bu hissi araştırınca aslında oldukça bilinen bir kavram ile tanımlandığına rastladım. Sinestezi. Daha önce duymayanlarınız için tanımlamam gerekirse:
“Sinestezi, zihinsel olayların bilinci tetiklemesiyle ortaya çıkan istemsiz bir deneyimdir. Diğer bir ifade ile “birleşmiş duyular” ya da “eşduyum” denilebilir ve duyuların birlikte algılanması ya da birbirine karışması durumu olarak tanımlanır.” Bu birleşik duyum anlarını çok sık yaşamamakla beraber çoğunlukla fazlaca temasa geçtiğim insanların zihnimde bir renk olarak da var olduğunu fark ediveriyorum. Sizler için de bu geçerli. Mesela Eylem mistik bir yeşil. Tıpkı zarif ama aynı zamanda çok güçlü bir ejdarhanın yeşil pulları gibi. Handan, içine soft grilerin fırlatıldığı tatlı bir hardal rengi. Zeynep, köpürmüş bir beyaz ile yumuşak bir kahverenginin birleşimi. Ebru da kahverengi ama içinde sarı zikzaklar barındıran uyarıcı bir ambiansı var. Maral güneş sarısı/turuncusu. İçinde yer yer volkan patlamalarını andıran dağılmışlıkta kırmızılar yatıyor. Pelin mavi, bir yerlere sızmaya çalışan, dalgalı ince çizgiler biçiminde ama. Beyza Nur (İyitütüncü) lila, yer yer nedense tonunun açılıp koyulaştığını hissettiğim bir değişimi var. Aslı kızıl. Kızıl ve sınırları belli belirsiz, birbiriyle kesişen daireler biçiminde. Nilüfer mor ve bir tutam da yavru ağzı. Göz yormayan yumuşak tonlarda yine ama birleşimleri çok keskin. İmge siyah. Derinliğini yalnızca gözle bakarak ölçemeyeceğiniz cinsten. Beyza Nur (Doğan) ise beyaz turuncu ve siyahın birbirine girdiği tam bir keşmekeş.
Tüm bunlar bittiğinde yeniden kuracağımız dünya için öyle hevesliyim ki. İçine sığdıramayacağım kadar çok şey birikiyor gelecekteki evime. İçine içimi sığdırdığım odamdan sonunda taşıp kendi evimi inşa ettiğim zamandan söz ediyorum. İşte o zaman pandemi de bitmiş olur belki. Sizleri çağırırım evime, Handan’ınkiler kadar güzel olmasa da sizlere güzel kokulu bitki çayları ikram ederim. Belki öncesinde izlediğimiz bir oyunu konuşuruz geç saatlere kadar, Maral’ın oynadığı bir oyundur belki o. Aslı bize yeni araştırma konularından ve edindiği yeni insan hikayelerinden söz açar. Perdeleri açıp dans ederiz Beyza Nur(İyitütüncü)’la. Zeynep’in köpekleri de eşlik eder bu dansımıza. Ebru orada da ofisinde hissettiği gibi rahat ve evinde hisedebilir mi acaba? Pelin +1’i ile katılır yine gecemize hatta belki. Beyza Nur (Doğan) bize yeni şiirini okur loş bir ışıkta. İmge ile kelimeleri çarpışır havada ve biz gözle görür hale gelmişizdir artık tüm bunları. Nilüfer yıldızlara bakar, perdelerimiz açıktır çünkü ve bizlere güzel geleceklerden söz eder. Bize yakın geleceklerden. Sonra Handan’ın keyif kahkahaları çarpar duvarlarıma, Eylem’in metrelerce uzunluğundaki uçurtmalarının bile değemeyeceği kadar genişler o zaman evimin duvarları. Ele ele verir, 12 kadın aynı ipi tutar, aynı uçurtmaya bakarız. Ne polisler engel olabilir o zaman bize ne duvarlar ne de mücbir herhangi bir sebep.
Her şey için teşekkür ederim, sizleri seviyorum.
Zeynep Erdoğan.