Peşpeşe – Nora, Bir Bebek Evi
Beraber ekibi birlikte çalışmayı çok sevdi, şimdi ve sonra da birlikte üretim yapmaya niyetli görünen ekibin çalışmalarından bazıları aşağıdaki gibi:
Peşpeşe
Zorlu PSM için İbrahim Çiçek’in uyarlayıp yönettiği Nilperi Şahinkaya ve Bora Akkaş’ın oynadığı Nora, Bir Bebek Evi adlı yapım üzerine Beraber ekibi sırayla klavye başına oturdular. Birbirimizi dinlemenin, kendi sesimizi koruyarak birbirimize ayak uydurmanın ilk alıştırmasıydı Nora.
Sevgili Nora, içimde öyle çok kadın var ki ve öyle çok kapı, kendi kendinin eşiğinde çarpıp duruyor. Size daha önce de yazmıştım. “Çıkıp gitmek istiyorum bazen. Terk etmek dünyayı. Ama kapı nerede” diye sormuştum. Rüyama gelmiştiniz. Belden aşağınız kırmızı pabuçlu ve beyaz tül çoraplı çocukluktu. Belden yukarınız büyümüş, anlamış bir kadınlık. Bana her şeyin vakti var demiştiniz. “Anlamanın vakti var, karşı çıkmanın vakti var; dikmenin vakti var ve sökmenin; yıkmanın vakti var ve yeniden inşa etmeninr. Büyümenin vakti var, mucizelerin vakti var ve bütün vakitler bir an meselesi” demiştiniz. Bu mektubu içimdeki kadınların dolaşık sesleriyle yazıyorum. Giderayak çarptığınız kapının sesini arıyor ve o mucizevi an’ı bekliyoruz belki de. Ondandır, yıllar var sizi okuyorum. Oyunlarınızı izliyorum. Dün yine izledim. Size bu oyundan bahsetsem. Hangi kapıları, hangi vakitleri açtı kalbime?
Bazı eşik anları vardır, bilirsiniz. Gördüğümüz rüyaların ardından sabah aydınlığına alışamadığımız anlarda olduğu gibi. Öyle anlarda rüyalardan sıyrılmak zaman alır. Rüyanın gerçekliği ile hissettiğimiz yaşamın gerçekliği arasında anlık bir geçiş. Duygularımız rüyalarda asılı kalmışken aklımız duyumsadığımız dünyayla konuşur. Rüyanın zamanıyla yaşanılan zamanın, iç içe geçen zamanların arasındaki o toplanmayla dağılma arasında kalır insan bir süre. Sonra rüyada gördüğümüz tüm imgeler, duyduğumuz sesler dağılmaya başlar. İzlediğim oyunda da tam o anlık farkında olma, kendine gelmeye başlama hali paradoksal olarak dağınık, dökük, sallantıda, dağılmaya hazır oluşa işaret edercesine dekorla gösterilmişti. Rüya ve gerçek iç içe geçmiş gibi. Farkındalık dağılmak mıdır dedim kendi kendime. Konumlandığımız yerden, merkezden uzaklaşmak mıdır? Kurgu ne zaman gerçeklik olur, ya da gerçeklik ne zaman kurguya dönüşür? Nora’nın bu ihtimaller anında kalmasının açacağı ve kapatacağı kapılar neler olabilir diye düşündüm.
İşte ruh halim tam böyle bir arada kalmışlık içindeyken, dağınık bir zihinle ve en az o kadar dağınık odamda senin hikayene bir kez daha ortak oldum. Bu kez Torvald’in elindeki tuttuğu bir mektup değil bir cep telefonu, ama sen yine aynı sen, Torvald de aynı Torvald. Aradan yüzyıllar da geçse değişen pek bir şey olmuyor ne çare! Eril tahakkümün fütursuz hükümranlığı yılmıyor yine bizi, korunmaya muhtaç süs bebekleri olarak görmekten. Yönetmen İbrahim Çiçek en belirgin ifadelerini seçmiş senin, sözlerini yalınlaştırmış. Hikayenin başını bilmesek de 18 dakikalık gösterimde senin hikayenin bir parçası oluyoruz. Sen oyuncu Nilperi’ye dönüşüyorsun, oyuncu Nilperi bana ve ben bu satırları yazarken okuyan bir başkasına; babadan, abiden kardeşten, eşten, sevgiliden azade bir birey olma çabasındaki her kadına. Anlamıyorum diyen Torvald’a karşı anlayan, anladıkça güçlenen bize. Bu gösterim bana “Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi. Bir şeycik olmadı -Deneyin lütfen-“ diyen biricik şairimiz Gülten ablayı hatırlattı… Pek severdin şiirleri okusan. “N’olacak şimdi?”
Dışarısı! Dışarısı da kocaman bir ev biliyor musun Nora? Dışarının da babaları, kocaları, “o saatte orda ne işi varmış” diyen kadınları var. Çıkman gereken o kadar çok kapı var ki… Bir çok kadının ölümüne açılan! Siyah…Havada uçuşan paramparça ev içinin pembe ışıkla; ev dışının mavi ışıkla “aydınlatılması” ve sen pembeler giyerken kocanın gri giymesi… Benim rengim ne Nora? Benim rengim sarı Nora’cım, Rumi’yi duymuşsundur, o der ki “hakikati görenin rengi hep sarıdır”. Türkiye’ye hoşgeldin, buradaki kocalar hala kadınların rengini sarartıp soldurmaya devam ediyorlar. Senin o içi dışına çıkmış evin gibi burada da durumlar. Bana eski bir şarkının nakaratını hatırlattın; ‘gitmek mi zor kalmak mı zor, o sabahı gel bana sor’. Yolun açık olsun.
Ne güzel insanın bir evin kapısını vurup çıkabilmesi. Gönül ister ki o kapı kırılsın da, o ev içlerini ifşa etsin cümle aleme. Ben kendisi olamamış çok kadın tanıdım Nora. Hep boğmak istediler beni. Sokaklar da onların munis başarılarını okutuyor. Saba Mahmood gibiler de diktatörlerin kızlarına, ‘söyle bütün devrimcileri öldürsün babacığın eli değmişken tamam mı canım’, diye mektuplar atmadıkları zamanlarda kadınların bütün iradelerini teslim etmelerinin de yine iradeli bir tercih olduğunu yazıyorlar, çok seviliyor bu yazılar beyaz kadınlar tarafından, kapısını kırıp girdiğim okullarda zorla bana da okutuluyor… Yani ki Nora, çok güzel yaptın çıkarak. Gerçek şu ki, irade itaatten değil itaatsizlikten beslenir ve iradesiz insanın kendi hayatı üzerindeki hakkı da mutlaka gasp edilir. Hatta başlamışken bir Ostermeier rejisiyle belki öldürebilirdin de Torvald’i. Çünkü daha da gerçek olan şu ki, Torvald seni en başından beri öldürebilirdi, ve öldürseydi de ona hiçbir şey olmazdı.
Başınıza yıkılmıştı Gerçek’iniz ve bu yıkıntıların altında kalmıştı eviniz. Ortalık toplayamayacağınız kadar dağınık, her şey etrafa saçılmış. Alabildiğine kırmızı, karanlık ve kasvet. Kırmızı ayakkabılı, beyaz tül çoraplı, tütülü bir çocukluk oturmuş bir sandalyeye ezilmekteydi ağırlığı altında sözcüklerin ve erkek yüklendikçe yüklenmekteydi üzerine. Hatırımda, bu çocukluk. Kim/nerede olduğu yitirmiş önemini, içi hayallerle, umutlarla, nasihatlerle, yani koskoca bir boşlukla doldurulmuş Nora, Nilperi, Zeynep ya da bir başka biri. Bu boşluğu telafi ile geçen ömrümüzde beraber, hep o mucizevi an’ı bekler olmuşuz. Ve belki de bu yüzden oyunlarınızda hep en çok o an’ı beklemekte ve sevmekteyim. Arındığınız çocuk giysilerden, hani şu kadın gözlerinizden ateşler çıkan, varlığınızın erkeğe dair her şeyi tehdit ettiği. Ve biraz olsun telafi edebilmek için boşluğu içimdeki, ben de böyle bir an’ın cesaretini aramaktayım bazı bazı kendimde.
Eşyalarını her yıl başka bir eve taşımak zorunda kalan o bıkkın memur eşleri gibisin Nora. Başlangıçta tatlı gelmişti belki de sonrasında umduğun gibi olmadı. Yeni erginlenmiş, elini kolunu nereye atacağını bilmeyen şu eğitimsiz oğlanlardan biri de senin evladın bu yüzden. Senin şu aptal herifle olan kavganı izliyor evin en kuytu köşesinden. Nadiren başını çıkarıyor çünkü dinlemek yetiyor. Ardından gözlerin yaşlı gidip onu alnından öpüyorsun. İçten içe en çok seni dinlediğini bildiğin için. Hakikaten eşyalar mıydı bir türlü yerlerine oturmayan? Bırak düşüp kırılsınlar diyemiyorsun. Belki de erkek olmayan erkeklerle kadın olmayan kadınlara ihtiyacımız var. Dahası mucizeler hep gerçekleşmiştir çünkü kabul olmayan dua yoktur. Bilsen duamı kabul ettiğini! Benim mucizem sen oldun Nora sırtını dönüp gittiğinde. ‘Ne finaldi ama’ dedim kendi kendime. Ben de çıkmak istedim üzerime giydirilen evdeki melek rolünden; üstümü değiştirdim senin gidişinle, pencereleri açtım, yıkandım, tarandım, güneşe döndüm yüzümü. Ben döndükçe etrafımdaki Torvald’lar çoğaldı. Nora terk edince bebek evini, bilmiyorum neler olacak hayatında. Hiçbir şey kolay olmayacak belki, belki de sana dağlar mı dayanacak? Belki daha başka ne kapılar kapatacaksın, belki daha kaç Torvald’a karşı sesin titreye titreye konuşacaksın, ama benim mucizem senin titrek sesin, çelimsiz ayakların, kendini kandırmayan aklın. Bunu bil istedim. Bil ki bu finali herkese oyna Nora!